25 Haziran 2010 Cuma

güneşe sırtını dönmek üzereydi dünya,
aldı gökyüzünü kızıl bir hüzün.
sadece insanların aydınlatabildiği kadar,
aydınlık bir yer olacaktı artık dünya.
ışığı bulan edisona mı yoksa,
karanlığı bulan tanrılara mı edilmeli bu dua.

nerden çıktın sen karşıma böyle
düşüverdin kadrajımın en ıssız yerine.
kollarını gök yüzüne açmış intihar eden suyu kurtarmaya çalışıyordu bu güzel kız.
ama su onu dinleyecek gibi görünmüyordu ve kararlıydı intihar etmek konusunda.
belkide kurtardığı bir kaç molekül yanına kar kalacaktı sadece sonunda.
suya da onu kurtarmak isteyen bu güzel kıza da çok teşekkür ederim.
kadrajımı doldurdukları için sonuna kadar umutla.
suyun intiharı ancak bu kadar güzel olurdu zaten doğanın kanunlarında.
ölenin sadece adı yazacak mezar taşında ve son bir iyilik için ruhuna fatiha.

BÜYÜDÜKÇE

En yaşanılası ikliminde vazgeçtim hayattan


Döküyordu artık diktiğim fidanlar

Dallarını tekrar yeşermemek üzere

Üstünde doğduğum toprakları dahi

Ancak görebiliyordum yılda bir kere

Ve bir yabancıydım ben artık

Doğduğum köydeki çocukların gözünde



Bir deniz kenarına ve kumsala

Satabilirdim kolaylıkla belki de

İşte bana ders vermek istercesine

Teker teker yıkılmaya başlamıştı

Yaptığım kumdan kaleler

Ve sığınacak hiçbir yerim kalmamıştı

İstesem de almayacaklar içerisine

Köyümdeki toprak damlı evler



Yaramazlık yapmak çok pahalıydı

Ve ben yaramazlık yapacak kadar

Zengin bir babaya sahip değildim

Kırılacak oyuncaklarım olmadı hiç

Benim oyuncaklarımın hepsi çamurdandı

Ve kırılınca tekrar yapmak kolaydı

Biraz su biraz toprak ve taklit yeteneği

Ne kadar çok benzerse gerçeğine

O kadar övünürdüm kendimle

Ve ara ara annemin sesi arkadan

‘Sakın üstünü kirletme’



Şimdi ellerimde birkaç şiire konu olacak

Biraz yaşanmışlık var sadece

Ve yaşamak için can attıklarım elbette

Ama bir çocuk kadar neşeli değilim

Çarpışan arabalara bindiğimde

Bende binmiştim çocukken bir kere

Ama uzun metraj bir filmde

Sadece bir tane kare



Birkaç şey var hayatımda değişmeyecek

Bazen bunlar olmadan acaba

Yaşayabilecek miyim diyorum çünkü

Kara kuşak karateci olsam da

Dayak yiyordum babamdan

Ve acı taşıyordum beslenme çantamda

Hem de hiç yorulmadan

23 Haziran 2010 Çarşamba

GERÇEK AŞK

Seni birgün dahi üzmeyen beni, bir paçavra gibi çıkardın hayatından. Sen bu kadar nankör müsün.
Beni hayatından çıkardın çünkü, söylediğin yalanlar ortaya çıkınca utancından ölebilirdin. Sen bu kadar vicdansız mısın.
Herkese yalan söyledin sadece aşık olduğun çocukla mutlu olabilmek için. Sen bu kadar bencil misin.
Bütün bunları sadece aşkın için yaptın, gerçekten bu kadar aşık mısın.
Sana kızamıyorum bile çünkü, benim aşka saygım vardır. Aşk insanı mutlu eden tek gerçektir ama, gerçek aşk nedir bunu bilmek gerekir.
Gerçek aşk insanı bencilleştirmez aksine daha çok düşünmeye başlarsın çevrendeki insanları.
Aşk insanı nankör yapmaz çünkü, korkarsın bu duyguyu kaybetmekten.
Aşk insanı bencil yapmaz çünkü, iki kişilik düşünmelisindir artık.
Aşk insana yalanlar söyletmez; zaten korkarsın bu kocaman gerçeği yalanlar arkasına saklamaktan.

BİLMİYORDUM

İnsanları ne kadar düşünürsen düşün,onların seni o kadar düşünmedigini öğrendim...


Her ne kadar onu düşünsen ve gitmesini istemesende,yine gidebilecegini öğrendim...

Dilin karşısındaki gözlere söyleyemediği sözleri parmakların kolaylıkla yazabildiğini öğrendim...

En fazla önemsediğim kişilerin,benden hep uzaklaştığını öğrendim...

İyi insan olmanın hep iyi sonuçlar getirmediğini öğrendim...

Birini ne kadar çok seversek hayatın onu bizden o kadar çabuk aldığını öğrendim...

Kalbin ne kadar kırılmış olursa olsun,dünyanın senin acılarından dolayı durmayacağını öğrendim...

Kalbimi asıl acıtan yine kendim olduğunu öğrendim...

9 Haziran 2010 Çarşamba

Aşk yalandır.
Hemde hiç su katılmamış.
Rakı gibi boğazını yakan.
Ama indiğinde midene.
Hoşuna giden.
Hatta karıştıkça kanına
Ve ulaşınca beyninin kıvrımlarına
Tatlı bir sarhoşluk veren.
Sadece düşünmek istediğini
Düşünürsün ya da düşünmez
Sadece yaşarsın.
Ama unutma sabah
başın çatlayarak uyanacaksın.
özür dilerim sevgilim,
seni dünyam yaptığım için,
etrafında durmadan dönen
uydun; ay alduğum için.
bu ne sevgi ne de aşktı,
sadece yerçekimi kanunun vardı.
ben sana kapılacak kadar küçük.
senden kopamayacak kadar korkak.
seni korumak isteyen ahmak. 
biliyordum güneş yakıyordu canını
ben engel olmak istedim ona sadece
girdim arasına ikinizin birden.
nasıl bilebilirdim bir yanın
hep karanlıkta kalacak
korkma sakın sevdiğim
bu güneş tutulması
çok uzun olmayacak.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

HİÇ

  anne kocasından habersiz yeni bir elbise almıştı belki de kocasının çok beğenmeyeceği. odasına gidip gardoroptan aldı elbiseyi. aynanın karşısında uzun uzun kendi üstüne tutarak baktı hem kendine hem elbiseye.
sonra tekrar gardoroba kaldırırken kocası girdi odaya. usulca bir sesle sordu "canım ne yapıyorsun?".kadın titreyen bir ses ve hızlanmış nefesiyle sadece "hiiiiç" diyebilmişti ancak.

  çocuk annesinden habersiz bi kedi seviyordu bahçede. annesi birden bağırdı ve sordu "ne yapıyorsun sen orada?". çocuk bilemedi ne yapacağını ve korktu hem de çok fazla. titreyen sesi ve hızlanmış nefesi sadece "hiiiiç" demeye yetebilmişti ancak.


  çocuk, sevgilisi ile oturmuş bi bankın üzerinde konuşuyorlardı. bir ayrılık konuşmasıydı bu. nasıl olduğunu anlamıyordu ikisi de ama bir şekilde ayrılığın eşiğine gelmişlerdi. paylaşacak birşeyleri kalmamıştı belki ya da neleri paylaşabileceklerini bilmiyordu ikisi de. çocuk son bir ümitle sordu sevdiği kıza "gerçekten artık sevmiyor musun beni?". güzel kız titreyen sesi ve hızlanmış nefesi ile "hiç" diyebiliyordu ancak.

  neydi allah aşkına bu "hiç". var olmamak mı ya da var olduktan sonra yok olmak mı. ne zaman kullanıyoruz bu kelimeyi. var olmayan birşeyi anlatırken mi. var olduktan sonra bir şekilde kaybettiğimiz birşeyi anlatmak için mi. belki de en acıklısı var olan birşeyi yok gibi göstermek için mi. bu kelimeyi kaldırsak ne güzel olurdu dilimiz. böylece kimse var olan birşeyi yok gibi göstermek için uğraşmazdı.  

16 Mayıs 2010 Pazar

çiçekler

bu foto teknik anlamda bir makro fotoğraf.
çektiğim yer anadolu kavağı kalenin üstü.
benim en beğendiğim yönü bir çiçeğin her şeklini bir karede
gösterebilmiş olmasıdır. 
fotoğrafta çiçeğin en canlı ve güzel hali net diğerleri flu bırakıldı.
bu fotoğrafa bakan bütün çiçekler unutmasınlar ki en güzel halleri aslında geçicidir.
sadece keyfini çıkarın o halin o hale bağlanıp kalmayın.  




8 Mayıs 2010 Cumartesi



burası neresi bilmeyen var mı bilmiyorum. ben yazayım her ihtimale karşı: İSHAK PAŞA SARAYI /DOĞUBEYAZIT.
ben öyle çok yer gezmiş biri değilim ama henüz bu kadar büyüleyici bir manzaraya sahip hiçbiryer görmedim. doğubeyazıt ovasının bütün manzarasına hakim bir tepeye kurulu.şimdi sarayın özelliklerinden bahsetsem yazı uzar kimse okumaz. şimdi burası ile ilgili bir hayalim var bir hafta çadırımı kurup buradaki kamp alanına bu manzaranın tadını çıkarmak istiyorum. sanırım insan bütün dertlerini unutur bu şekilde. bu kadar huzurlu bir yer ve huzur veren bi manzara görmedim.(fotoları kendim çektim b arada)


27 Mart 2010 Cumartesi

Ş

gözlerin yalana çalıyor biraz
dudakların kırmızıya
ruhunda bir karadelik ölmüş
kalbin aşka ayaz.

çoraplarım kokuyor sanma
ceplerindeki fare cesetlerinin kokusu
bütün kediler düşman sana
sevme sakın kimseyi kucak dolusu

bir enjektör al yanına
bir tane de predüktör
bir hediyem olacak küçük
onu kendinle büyüt.

21 Mart 2010 Pazar

A

sevgililer gününde geziniyorum kız kulesi sahilde. her yalnız gibi çiftlerin bu günü nasıl değerlendirdiğini merak ediyordum. velhasıl fotoğraf makinamı da yanıma almış olduğum için bazı fotoğraflar da çektim bu da onlardan biri. sevgililer gününe en çok sevinenlerden bi kesim de gül vb. satan teyzeler bence. bu teyze o gün kaç tane gül sattı bilmiyorum ya da hasılatını falan. o çocuk sevgilisine gül aldı mı o gün onu da bilmiyorum. ama bidiğim birşey var. o küçük kız büyünce yine bir 14 şubatta sahilde çiçek satarken bi fotoğrafçının makinesine hapsedilecek görüntüsü.

İ

  Çaydanlığın dibinde kalan son çayını süzerken birden farkına vardı; bardağı kırılmıştı. O bardağa boşalttıkça bardak içindekini halıya veriyordu.
  Bir öğrenci evinde oturuyordu arkadaşlarıyla. Ev dumanaltı olmuştu çünkü hep beraber tütsü yakıp koklamayı çok seviyorlardı.Bir çeşit ayin di onlar için bu. Sevdiği kızı düşünüyordu bir tanesi adını söylüyordu sessizce. diğeri ilk çalıştığı  tamir servisindeki ustasını düşünüyordu ve küfürler ediyordu yüksek sesle.
  Kırık bardağına aldırmadan çayı bitirene kadar süzdü demlikten.Bardak boşalıncaya kadar bıraktı içindeki ılık çayı halıya.Durdu, üzülmedi, düşünmedi kalktı yeni bir çay yapmak için mutfağa gitti.

L



Satrançta atın hamlesidir. Benim ismimin tam ortasondaki harf ve belki daha yüzlerce isim için de aynı şey geçerli.
satranç tahtası değişir birgün ama ne tuhaf üstündeki hiçbir taşın hamlesi değişmez. Yani at L çizmeye devam eder ya da fil çapraz hareketine. Bazen ne satranç tahtası değişir ne de taşlar lakin oyunu oynayan kişiler değişir.
Aynı satranç tahtasında aynı taşlar birbirlerinin üstünden zıplayarak ilerlemeye başlarlar.

L roma rakamında elliye karşılık gelir. Ebced hesabında 30 değerindedir.

Birşeyin ne olduğuna o şey kendisi karar veremiyor; onun bulunduğu ortam, ona bakış açısı onun ne olduğunu belirliyor. Yaşadığımız dünya üzerinde bizi biz yapan değerler aynı zamanda bizi kendimiz olmaktan çıkarabilen de değerlerdir. En çok merak edilen ise; öldükten sonra bizi nelerin var edeceği. Bütün varlığını birine borçlu olduğun zaman, günü gelir ve o borcunu mutlaka ödersin.Lakin gelin görün ki ödenen borçtan sonra tekrar bir varoluş temennisi vardır ki bu belkide hayatın en acı yüzüdür. Dünya üzerindeki hayatını istediği gibi yaşayamamış bir insan tek umut olarak bu temenniye sarılmak zorunda kalıyor.

Ben bu durumu boş bir tahta üzerinde santranç oynama çabasına benzetiyorum.

20 Mart 2010 Cumartesi